Boyundan büyük çöp konteynerine tutunarak zıplıyor. Belini metal kutunun kenarına oturtuyor. Minik sarışın kafası çöpte kayboluyor. Konteynerden dışarı sarkan bacakları sallayarak denge sağlıyor, çöpün içinde yön buluyor. Çöpten dışarı plastik şişeler uçmaya başlıyor. Dışarıda bekleyen erkek kardeşi yerlere saçılan şişeleri toplayıp çuvallara dolduruyor. O daha da minik olduğu için tepesinde uçuşan şişeleri yakalayamıyor. Arapça bir şeyler söyleyip çocukça gülüyorlar. Oyuncaksız dünyalarında yarattıkları bu minik eğlenceyi karşı apartmanın tepesindeki penceremden göz yaşları içinde izlediğimi bilmiyorlar. Yandaki çöpü karıştıran babaları da bilmiyor.
Komşum çıkıyor çöp dökmeye. Çocukların debelendiği konteynere torbasını atmaya hazırlanırken babaları elini uzatıyor. Kadın ürküp torbayı çekiyor. Birden kıymetlenen çöp torbasını adama vermemek için arkaya dolaşıp oradan sallıyor. Ramazanda bana getirdiği yiyeceklerle sevap almak için zilime yapışıp kalan komşu bu.
Sinirleniyorum. Çok sinirleniyorum hem de. Komşulara da, ezberlenmiş maddelerden kazanılan sevap puanı hesaplamalarına da, her gece lüks arabalarıyla mahalleyi dolaşıp köşe başlarına kedi maması bırakma modasını takip eden şımarık kızlara da, bizi bizden korkutanlara da, insanlığa da, kendime de sinirleniyorum.
Bu çocukları evime alıp bir güzel ziyafet çekmek istiyorum ben. Normalde kendime alamadığım yiyecekleri bile getirip masayı donatmak ve onları yalnız bırakıp iştahla yemelerini beklemek. Sadece çocukları alıp babalarını kapının önünde bırakamam. Hiçbirini alamıyorum. Sıklıkla evde yalnız kaldığım için korkuyorum.
Evlerinde büyük aileler şeklinde yaşayanlar ve kocaman adam cüsseli olanlar da yardım etmeyi düşünebilsin istiyorum. Verilen banka hesap numaralarına para yatırma gösterişinden fazlasını yapsınlar.
Geçen yaz tatilinde Alamanya’dan yazlık evine gelen diğer bir komşum geliyor aklıma. Kocaman adam cüsseli komşum. Çok düşünceli davranarak beş kişilik ailesinin içtiği bütün su şişelerini biriktirmiş. Belli ki üç minik yavrusunun her biri küçük şişelerle içiyorlar her gün. Çöp oynayan çocukların babasına seslenip evinin penceresinden pet şişeleri aşağı tek tek fırlatırken bu törenin sonu hiç gelmeyecek sandım. Şişeleri içine doldurup topluca verebileceği torbaları yoktu demek ki evde.
Kocaman adam cüsselilerden medet umduğum için, kendim korktuğum için kızıyorum kendime. Geçen kış sabahın ayazında bankta uyuyan amcanın üstü açılmışken çok üzüldüğüm hâlde üstünü örtmekten korktuğum için. Aniden uyanıp kendini koruma iç güdüsüyle bıçak çekerse bana diye senaryo yazdığım için. Yine bir başka sabah, kafası bir dünya olmuş vaziyette çarşının ortasında uyuklayan ablanın elindeki açık cüzdanı düşmek üzereyken kendisini uyarmaktan korktuğum için. Aniden kalkıp cüzdanından para çalmakla beni suçlarsa diye senaryo yazdığım için.
Sinirleniyorum. Çok sinirleniyorum hem de. Birileri yılda bir ameliyatla göbek yağlarını aldırırken bu güzel çocukların yiyeceklerini çöpte bulmalarına da; karşımda duran çöpü günde en az on -insan- karıştırırken sosyal medyadaki “çöpe kırık cam atmayın, sokak hayvanları yaralanıyor” paylaşımlarına da; kime yardım ettiğinin, politik duruşunu ve dünya görüşünü ifşa eder olmuş olmasına da; bundan korkana da sinirleniyorum.
“Suriyeli çocuklara yardım eden şucudur.” “Kürt çocuğa acıyorsan bucusun.” Sol uçta duran adam Arap ülkeleriyle ilgilenmiyor. Sağ kanattakiyse dünyada ölen müslüman çocukları fark ediyor yalnızca. Bir tane Katolik ölünce yasa bürünüyor anca Katolik dünyası.
Yardım edebilsek sadece… Bize zarar verir mi diye düşünmeden yardım edebilsek… Hangi -tarafta- olduğuna bakmaksızın yardıma ihtiyacı olan çocuğu kucaklayabilsek… Yeniden kanamasına sebep olmayacak kadar hassas dokunuşlarla yaralarına merhem olmaya çalışsak… Tarihimiz ‘düşmüş düşmana dost eli uzatan asker’ öyküleriyle doluyken, nerede ne oldu da yitirdik yardım etme iç güdümüzü?
Ergenliğimin anket defterlerinde bir soru olurdu beni her defasında benden alıp yüreğimi kanırtan: “Annen, baban ve sevgilin ölümcül hasta olsa, elinde de bu hastalığı iyileştirebilecek bir tanecik hap olsa kime verirdin?” Çok şükür ki elimizde tek bir hap yok ve her ırktan, her dinden, her politik görüşten insana istediğimiz kadar yardım edebilecek kocaman yüreğimiz var.
Bir hoplayışta iniyor konteynerin tepesinden. Tatlı tatlı gülen badem gözleriyle kardeşine yardım ederken insanlığa ders veriyor.
Aydek Sultan Özdemir said:
Sevgili Özlem Soydan ne güzel kalbiniz var, insana insan olarak bakan. Aslında normal olması gereken bu ama malesef olmayabiliyor. Sizi buradan da olsa tanımaktan mutluyum, mutlu neşeli sağlıklı bol yazılı yıllar diliyorum ❤
Özlem Soydan said:
Çok teşekkür ederim Sevgili Aydek Özdemir ❤ Okuyan gözler güzeli görmeye yatkın olduğu için anlıyor ne demek istediğimi. Kötü düşünmeye meyilli kalpler bu yazıdan da kızacak bir şeyler bulabilir elbet.
Ben de sizi tanıdığım için çok mutluyum. Mutlu Yıllar!
annegozuyle said:
Elden geldiği, elimiz yettiği yere kadar, yüreğimiz elverdiğince, gözümüz görmese de bilebildiğimizce… Adı yardım değil, insanca yaşamak… Bir kıvılcım daha çaktığın için sağol arkadaşım 💞
Özlem Soydan said:
Canım arkadaşım… Sen sağ ol. Mutlu Yıllar!
annegozuyle said:
Mutlu yıllar elbette 😉
leylakkokusu said:
gerçekten o kadar güzel, samimi bir yazı olmuş ki çok duygulandım. yüreğinize sağlık.
Özlem Soydan said:
Çok çok teşekkür ederim 🙂 Mutlu Yıllar!
leylakkokusu said:
Size de mutlu yıllar
Şenol said:
Beğenerek okudum Özlem hanım.Hayırlı yıllar ve ömürler diliyorum.Yeni yılınızı tebrik ediyorum.
Özlem Soydan said:
Çok sevindim Şenol Bey. Teşekkür ederim. Size de harika bir ömür dilerim. Mutlu Yıllar!
1lknur said:
uzun yazıları her zaman okuyamıyorum ama bunu okudum çünkü ilk cümlesinden bağlandım şuan bunları yazarken benim de yanaklarım ıslanıyor.. yüreğinize sağlık sevgili Özlem iyi ki bunları yazdığınız ve bizler okuduk 🤗😔
Özlem Soydan said:
I’m glad you’ve liked it 🙂 Satırlarım ancak tüm yüreğiyle okuyanın yanaklarını ıslatabilir. Hakkında konuştuğumuz konular üzücü olsa da yorumunuz mutlu etti. Teşekkürler. Mutlu Yıllar!
赛特 said:
Bu yazıyı ve görseli gördükten sonra aklıma okuduğum bir teori gelmişti sizlerle paylaşmak isterim. Ya Zygmunt Bauman’ın ya Anthony Giddens’ın yazmış olduğu bir kitapta (şimdi tam hatırlayamıyorum ve kütüphanemden uzaktayım) medyanın insanlara sadece çok aç kalan insanları göstererek, yoksuluğu ve sefaleti sadece bir açlık sınırı problemine indirgediği yazıyordu. Dünyada 800 bine yakın açlık sınırında yaşayan insan olmasına rağmen 4 milyonu geçkin sefalet içerisinde yaşayan yoksul insan vardır. Aynı şekilde (tekrar yanlış hatırlamıyorsam) gazeteci Ryszard Kapuściński’nin, yoksulluk probleminin bu şekilde sunulmasının yardım etmek istediğimiz insanları aşağıladığını onların kendilerinin insan sıfatından uzaklaşmış hissine itildiğini anlattığı anıları mevcuttur. Mesela Afrika’ya olan seyahatinde ondan ekmek yerine kalem ve kitap isteyen çocukları görmesini asla unutamadığını bildirir. Yani ”yoksulluk = açlık” denklemin varlığını, ”yoksulluk = berbat yaşam şartları, işsizlik, geleceğin olmaması, fırsat eşitliğinin gerçekleşememsi vs.” gibi çözülmesi daha zor bir denklemin görünürlüğünü törpülemesiyle eleştiren teoriler mevcuttur. Yorumum asla bir eleştiri değildir yanlış anlaşılmak istemem sadece farklı gördüğüm hatta kendimce dahi uç noktada gördüğüm ilginç bir fikri paylaşmak istediğim. Mutlu yıllar dilerim. 🙂
Özlem Soydan said:
Görselleri tararken, onlarca ‘sefalet içinde çocuk’ fotoğrafı gördüm. Fırsat bakımından ‘daha eşit’ bir başka canlı ‘yardım’ bırakıyordu açık avuçlarına. O resimlerden birini seçemedi gönlüm. Hangini seçsem bu çocuklara ayıp edecekmişim gibi geldi. Bu fotoğrafı seçmemin sebebi çocukların oyuncağıydı. Bir de, açık söylemek gerekirse, on yıl kadar önceki bir deneyimime duyduğum tepki ısrar etti bu fotoğraf olması konusunda. İnsan haklarıydı sanırım konu. Öğrencilere hazırladığımız bir materyale seçtiğim resimde siyah çocuklar varmış (‘insan’ söz konusu olunca renk körüyüm sanırım). Meslektaşım karşı çıktı, “bizim toplumumuzda siyahlar olmadığı için çocuklar konuyu içselleştiremez” diye. Doğru ya, Afrika, taaa Afrika’dadır. Gerçi yanımızda bile olsa öteki yaşamlar hep fersah fersah uzakta geliyor bize.
“Pericilik Oyunu” yazımda, yardım etmenin farklı yollarını aramıştım. Bundaysa, çöpteki çocukları izlerken çıldıran duygularım döküldü. Sözlerim ‘savunma’ gibi anlaşılmasın 🙂 Ben çok mutlu oldum, bu konuları benden daha iyi bilen, daha çok kafa yoran bir okur-yazar-düşünürün bildiklerini bizimle paylaşarak dünyaya bakan pencerelerimizi genişletmesine. Blog yazarken dileğim, birilerinin kafasında bir soru işareti oluşturmak oluyor. Tümcelerimden yola çıkarak iki tuğla da bir başkası ekledi mi çok daha güzel ve sağlam bir bina inşa ettiğimizi düşünüyorum. Katkılarınız çok değerli. Daha farklı bakabilmeme ve bakabilmemize yardımcı olduğunuz için teşekkür ederim.
Uzun zamandır göremiyordum yazılarınızı. Sesinizi duyduğuma sevindim. Muhabbetini sevdiğim bir dostla iki kelam etmiş gibi güzel hissettim. Geç yanıtımın kusuruna bakmayın. Suriyeli çocukları alamadım gerçi ama konuklarım vardı birkaç gündür. Mutlu Yıllar!
(Çok uzattım ama aklıma şu geldi şimdi: Geçenlerde yabancı bir blog yazarının Küba gezi notlarını okurken, çocukların şekerleme ve sadece otellerde bulunan gazlı içeceklerden, büyüklerin de kalemlerden hoşlandığını, yanınızda bunlardan bolca götürerek vatandaşların fotoğrafını rahatlıkla çekebileceğinizi yazıyordu. Onurlu bir toplumu bozabilmek için dünyanın nasıl da seferber olduğunu düşündüm ister istemez.)
赛特 said:
Düşünceleriniz ve katkılarınız için çok teşekkürler. Gerçekten sizinle farklı düşünceleri ortaya sunup karşılaştırmak çok keyifli.
dunyalideli said:
Düşenin dostu olmaz, düşmedende kimse anlamaz düşenin halini…
Verdiğim linkteki film sahnesi benim ne demek istediğimi çok iyi anlatıyor:
Eline, yüreğine sağlık…
Özlem Soydan said:
Hmmm ilginçmiş… Bilmiyordum bu filmi. Yine bana bir şey öğrettin. Teşekkür ederim. Film de Altın Portakallıymış. Geçen gün ben de “Nar” filmini seyrettim, bir başka portakallı film. Onun da oldukça ilginç bir konusu ve vurucu bir sonu var. Düşündürücülüğü anlamında vurucu ama. Yoksa pek bir aksiyon yok içinde. Yaşasın Altın Portakal! Yaşar umarım Altın Portakal… Belki de yaşayamaz ama Altın Portakal… Düşenin dostu olmuyor ne de olsa 😦 Sağ olasın… Senin de eline, yüreğine sağlık…
köprüdeki kız said:
Kocaman kucaklar koca kalpli Soydan’ım
sercemsworld said:
Muhteşem bir yazı. ..