Kışın kimselerin uğramadığı bir dağ köyü. Kahve bahçesinde bırakılmış bir tahta masayı çevreleyen dört-beş amca baharın ışıklarıyla tazelenmeye çabalıyor. Dalgın gözlerini okumaya çalışırken arkada çalan parçaya takılıyorum. Kendileriyle röportaja gelmiş olanın arabasından mı yoksa birinin cep telefonundan mı bilemiyorum, tıngır mıngır beyne dalan şarkıcının buğulu sesi amcaları hipnotize etmiş gibi. Beni de yanına çekmekte gecikmiyorlar:

Kırılmadım
Üzgünüm sadece
Boşver beni
Unuttun belki de

Yüzümde eskiden kalmış tebessümler
Seni bu günlerde arar gibi
Kum tanesi kadar özlediysen beni
Bununla avunur beklerim seni

Şimdi çok uzaktasın tutamam ellerini
Belki sen de benim gibi bekliyorsun gel dememi

[7htc]

Böylesi bir belgesel izlerken bile beni yalnız bırakmayan öykücü yanım, amcaların ‘“gel” demesini bekleyeceği bir kadını tanımış ve sevmiş yani hayatlarında bir kez olsun aşkı yaşamış olmasını diliyor, öğrenmeye tutkun araştırmacı yanımsa hemen şarkıyı bulup dinlemeye geçiyor. Müzikle coşan duygu kalabalığımınsa gözünden yaşlar boşalıyor.

Ne değerlidir özlem. Ufacık bir ümit olduğunu bilseniz dağları devireceğiniz güçte sevdiniz mi? Hiç beklediniz mi birilerinin size “gel” demesini? Bütün üzüntüleri fırlatıp koşa koşa gitmek istediniz mi? Okyanuslarca özleyip kum tanesine razı oldunuz mu?

Bir ay olmuş bu kısacık videoyu izleyeli. Bir aydır gece gündüz kafamda bu şarkıyla yatıp onunla kalkıyorum. Fesligan Yaylası kahvesinde unutulmuş masadaki amcalarla uzaklara dalıyorum.

Yaşanan hastalıklı günlerde yeni bir ayrılık türü çıkmış. Mutsuz ama umutsuz olmayan bir genç kızın mektubunu okudum gazetede. Farklı kentlerde yaşamalarına rağmen kendilerine her yönden iyi gelen, çok uyumlu bir beraberlik sürüyorlarmış sevdiceğiyle. Derken pandemi sebebiyle iki ay görüşemeyip özlemle birbirlerini kucaklamışlar. Sonra üç ay görüşememiş ve bir soğukluk yaşamışlar. Yine de barışmışlar. Ardından dört ay ayrı kalınca oğlanın -gönlü- başkasına kaymış. Artık yasaklar kalktığına göre her şey düzelir Polyannacılığıyla, hiç tanımadığı bu gazete köşecisi kadından, bıçak bıçak yaralı gönlünü tedavi etmesini umuyor: “Ne yapayım, affedeyim mi?” Ulu Bilge’nin sesi yankılanıyor çok uzaklardan: “Sevgi sınır tanımaz. Seven insan bıdı bıdı yapmaz” diyerek bitiriyor ilişkiyi ve kızımızın ihtiyacı olan umutları.

Sınır tanır mı sevgi? Kıymetli Camus diyor ki “Veba” kitabında: “Tanrı tutku sever. Bu uzak ilişkiler onun ateşli şefkatine yetmez.” (s.102) Ancak tabii ki Camus, öyle sığ birkaç kelam ederek seven adamların bıdı bıdılarına dair ahkâm kesmiyor. Seven insan öyle çok şey yapabilir ki kendi de sevdiği de inanamaz.  

Hayattaki kötülüklerin içine serpiştirmek zorunda olduğumuz iyilikler misali, Camus da veba salgınının tüm aşamalarını, insanlığın acılarını, kentin başına gelenleri ve toplum psikolojisini muhteşem bir analiz yeteneğiyle incelediği gibi (örneğin saygı ve utanma duygularının zamanla yitirilmesi) aşka yer vermeyi de ihmal etmiyor. Kentin kapılarının kapanmasıyla birbirinden ayrı kalan çiftleri gözlemliyor. Önceleri “Akıl, yürek ve tenle birbirine bağlanan varlıklar, on sözcüklük bir telgrafın büyük harflerinde o eski birlikteliğin işaretlerini arayacak hâle geldiler. Ve bir telgrafta kullanılabilecek kalıplar çabuk tüketildiğinden uzun, ortak yaşamlar ya da acılı tutkular çok geçmeden, ‘İyiyim. Seni düşünüyorum. Sevgiler’ türünden belli aralıklarla yinelenen hazır kalıplarla özetlenir oldu.” (ss.74,75) Yani ölü tümceler aracılığıyla bir monolog gerçekleştiğinden bahsediyor. Derken uzaktaki kişinin yaptıklarını düşünmekte zorlanmaya başlıyorlar. “Vebanın başında, yitirdikleri varlığı gayet iyi anımsıyorlar ve üzüntü duyuyorlardı. Ancak, sevilen kişinin yüzü, gülüşü, sonradan mutlu olduklarını anladıkları herhangi bir günü kesin biçimiyle anımsasalar bile, tam bunları düşündükleri anda ve bundan böyle, iyice uzak yerlerde o kişinin ne yapıyor olabileceğini çok zor hayal ediyorlardı. Sonuçta, o sırada bellekleri yerinde duruyor, ama hayal güçleri yetersiz kalıyordu. Vebanın ikinci döneminde belleklerini de yitirdiler. O yüzü unuttuklarından değil, onun tenini yitirmişlerdi, onu artık içlerinde hissetmiyorlardı, bu da unutmak anlamına geliyordu.” Acıdır ki, “bir zamanlar kendilerine ait olan bu yakınlığı artık hayal edemiyorlar” (s.181). Coşku da yitiyor…

Ancak ‘umut’ olduğu sürece her şey bitmiş sayılmaz değil mi? Camus da diyor ki, “Ama en kötüsü, unutulmuş olmaları ve bunu bilmeleriydi” (s.238) Yani hiç olmamasındansa ümit beslemek hayat kurtarıyor. İşte bu yüzden, sevmeyi uman o kırgın kızımız derdini gazetelere döküyor. İşte bu yüzden “eski aşkım bana dönecek mi” diye tarot falı bakan bir sürü ‘kanalıma hoş geldinizci’ var.

Hatta umutsuzluğa alışmanın umutsuzluktan da beter olduğunu ifade ediyor ve aşkın biraz olsun geleceğe gereksinimi vardır diye ekliyor yazar. Belleksiz ve umutsuz olmaz. Ama “bizler için kısa anlardan başka bir şey yoktu artık.” Oysa arada “nedensiz bir kıskançlığın ısırığını hissetmeleri gerekiyordu.” (ss.182,183)

Bölmeden, Camus’dan dinleyelim biraz da:

Kuşkusuz aşkımız yerinde duruyordu; ama yalnızca artık kullanılmaz durumdaydı; taşınması güç, içimizde bir taş gibi kımıltısız, cinayet ya da mahkûmiyet gibi kısırdı.” (s.185)

 “Çünkü birisini gerçekten düşünmek, başka hiçbir şeyle, ne temizlik, ne uçan sinek, ne yemekler, ne kaşıntılar, hiçbir şeyle ilgilenmeden onu her dakika düşünmektir. Ama sinekler ve kaşıntılar hep vardır.” (s.238)

Ama bekleye bekleye insan artık bekleyemez duruma gelir” (s.255)

Uzun aylar sonunda ilk kez olarak ve bin bir zorlukla bir mektup yazdı. Yitirmiş olduğu bir dil vardı.” (s.257)  

sevgisiz bir dünyanın ölü bir dünya gibi olduğunu ve bir an gelip insanın hapishanelerden, çalışmadan ve cesaretten usanıp bir varlığın yüzünü ve şefkatle aydınlanmış bir yürek dilediğini biliyordu.” (s.258)

….. düşlere kapılmadan sürdürülen bir yaşamın içinde kuruluk adına ne varsa hepsinin bilincindeydi. Umutsuz huzur olmaz.” (s.287)

Pek çokları nice büyük dertle boğuşurken kendi hâlinde ayrılık acısı çekenler de vardı elbet bir yerlerde. Bunca kıyametin arasında siz özlemle dövüştünüz mü? Özlediniz mi? Özlenme arzusuyla kıvrandınız mı? “Kum tanesi kadar olsun özledin mi beni” diye bağırmak istediniz mi kentin duvarlarından öteye? Avunacak bir kırıntı arayışıyla yanıp tutuştunuz mu? Unuttu mu yoksa gel dememi mi bekliyor diye kendi kendinizi yediniz mi?

Biz yine yazarımızın şu güzel sözlerini baş tacı edelim bence: “Dünyada hiçbir şey insanın sevdiğinden vazgeçmesine değmez.” (s.209)

Sevdiğinizin kollarında hüngür hüngür ağlayacağınız günler dilerim…

**************************************************************************

Camus, A. (2020). Veba. (Nedret Tanyolaç Öztokat, çev.) İstanbul: Can Sanat Yayınları A.Ş.

Şarkının sözleri ve bestesi Ayhan Çakar’a aitmiş:

Provided to YouTube by Believe SAS Kum Tanesi · Muazzez Ersoy · Ayhan Çakar · Ayhan Çakar · Taşkın Sabah Nankör ℗ Avrupa Müzik Yapim Released on: 2004-01-30 Auto-generated by YouTube.