Etiketler
Film, Gattaca, Genetik Mühendisliği, Niccol, Sinema, İnsan Ruhu İçin Bir Gen Yoktur
Bu YouTube’un bana yaptıklarının sınırı yok! Geçenlerde karşıma bir video çıkardı, günlerdir bu konuyla yatıp kalkıyorum. “Fakirler İçin Karanlık Gelecek” başlıklı video, ultra zenginlerin, şu anda geliştirilmekte olan inanılmaz ileri düzey teknolojilere uzanabilecek olmasının ürkütücülüğünden bahsediyor. Karşıdakinin düşüncelerinin okunabilmesi gibi dudak uçuklatıcı -gelişmeleri- dile getiriyor. Video altı açıklamasında bir de siteye değiniliyor: alcor.org. Daha sonra uyandırılmak üzere dondurulan ve bunun için 200.000 Dolar veren insanlar ile ilgiliymiş. Konuşmacı olan doçent bey şöyle diyor konuşmasında: “Üstün insan dediğimiz varlığı ortaya çıkartabilmenin eşiğindeyiz.” Ve buna hepimizin değil sadece çok zengin küçük bir kesimin erişebileceğinden endişeli. Karşısındakinin ne düşündüğünü bilen, daha hızlı koşan, daha ilerisini gören, ayrıcalıklı bir grubun oluşacağından kaygılı.
Video altındaki yorumlardan, anlatılanların “Gattaca” filmindeki gibi olduğunu öğrenince filmi izlemek de şart oldu. İzledim. Son derece ürkütücü. Doğal doğum ürünü olan yani kendilerine ‘geçersiz’ (invalid) denen insanlar ve bilimin ürettiği kusursuz, seçkin, genetik harikası olan ‘geçerli’ (valid) türlerin dünyasını anlatan film gerçekten de önceki paragrafta anlattığım doçentin endişeleriyle çok örtüşüyor. ‘Geçersiz’ kahramanımız film boyu genetik kaderini değiştirmeye çalışırken, izleyicisinin de kafasında pek çok soru işareti bırakıyor.
Konuya çok saplanıp da filmde geçen bir cümleyi araştırmaya koyulunca da bu konu üzerine yapılmış konuşmaları dinlemeye başladım.
Amy McGuire adlı Profesör, 2014 yılında yaptığı bir TED konuşmasına şu soruyu sorarak başlıyor: “Kanser ya da Alzheimer olma olasılığınızı gösteren bir test olsa, ama bu konuda hiçbir şey yapamayacak olsanız, bu testi yaptırır mıydınız?” Başka can alıcı soruları da var Amy’nin: “Çocuğunuzun genom dizilemesi sonucu, ani kalp ölümüne genetik yatkınlığı olduğunu keşfetseniz, lise basketbol takımına girmesine izin verir miydiniz?” Kendisi, araştırma yapan meslektaşlarına destek olabilmek için, kanını almalarına ve DNAsını incelemelerine izin vermiş, ama sonuçları öğrenmek konusunda, aile öyküsündeki nörodejeneratif hastalıklar sebebiyle kararsız kalmış. Babası Alzheimer hastasıymış. Annesi de Parkinson. “Genetik risk taşıdığımı öğrenmek nasıl hissettirirdi” diye sorguluyor. “Ya da kanser, diyabet gibi hiç bilmediğim bir hastalığa yakalanma riskimin büyük olduğunu öğrenseydim? Kocam bana baktığında, -beni- mi görürdü yoksa ona gelecekte yaratabileceğim potansiyel yükü mü?” sorusu ise beni benden aldı zaten.
Gattaca filminin yazarı Andrew Niccol, genlerle hiç uğraşılmaması gerektiği fikrini savunduğunu düşünenlere kızıyormuş. Bu tür bir ilmin, hastalık tedavisi anlamında oldukça olumlu yönleri olduğunu söylüyormuş ve “fakat problem şu ki” diyerek ekliyormuş, “Ne kadar ileri gidebilirsin? Miyopluğu bir hastalık olarak görür müsün? Erken kelliği? Çarpık diş? Sınırı nerede çizersin?”
Niccol, meğer çok önemli bulduğum, okuldayken hakkında koca bir dosya hazırladığım “The Truman Show” (1998) filminin yazarıymış. Ayrıca, pek sevmediğim bir tarzda olmasına rağmen ilgimi çekmeyi başarmış “In Time” (2011) adlı eser de Niccol tarafından yazılmış. Bir de “Anon” olduğunu öğrenince onu da izlemem gerekti tabii ve evet, o da geleceğimizin nasıl şekillenebileceğine dair bir film. Karakterlerin, başlı başına bir bilgisayara dönmüş olan gözlerinin hacklenmesinin yaratacağı olumsuz sonuçları izleyerek sarsılıyorsunuz onda da.
Bizler eğlencesine bile fal baktırılmasından hoşlanmayız. Duyabileceğimiz olumsuz herhangi bir cümleden etkilenip tedirgin davranmaya başlarsak başımıza gerçekten bir kaza gelebileceğinden tedirgin oluruz örneğin. Geçenlerde bankada çalışan kız annemi sigortalamaya çalışırken “buradan çıkınca bir araba altında kalabilirsiniz” demiş. Orada olmuş olsaydım, en iyi ihtimalle kıza “sen de eve gittiğinde annenle babanı ölmüş bulabilirsin” derdim.
Bir hafta önce Antalya’da da TEDx etkinliği vardı. Muhteşem konuşmasıyla Oytun Erbaş bizi gülmekten kırıp geçirirken şu örneği verdi. Bir hastasıyla konuşurken ortalama yaşam süresinin 71 olduğunu söylemiş. Yetmişinde olduğunu sonradan öğrendiği hastası fenalaşmış birden “sadece bir yılım mı kaldı” diye.
Gerçekten duymak ister miydik başımıza neler gelebileceğini? Ne kadar yaşayacağımızı öğrenmek? Nasıl vedalaşacağımızı… Gattaca filmindeki gibi mükemmel tasarlanmış, kalburüstü ‘geçerli’ tayfadan olmak ister miydiniz? Kusursuz yaratılmak? İyi bir piyanist olasınız diye oniki parmaklı dizayn edilmek? Niccol’ın da sorguladığı gibi, çarpık dişin bile bir kusur sayılarak ortadan kaldırılmasını mı isterdiniz yoksa silinmesinden kaygılanacağınız -kusurlarınız- var mı?
Genlerinizle oynanarak değiştirilmek mi isterdiniz? Yoksa mevcut yapınız hiç değişmeksizin, varlığınızın keyfiyle genleşmek mi?
Barış Özcan’ın Gattaca filmini incelediği videosunun sonunda DVD’de yer alan bir bölüm var. Kötü genlerin ayıklanması konusuyla ilgili verilen ekstra görüntüleri aktarıyor Barış Özcan: 2000 yılında ilk ayağı tamamlanmış olan ‘İnsan Genom Projesi’ (Human Genome Project), günümüzde değil de geçmişte tamamlanmış ve bizi filmdeki gibi bir dünyaya taşımış olsaydı yani kendi evrimimizi kendimiz tamamlasaydık, bugün bazı değerler aramızda olmayacaktı deniyor. O arada da Stephen Hawking, Van Gogh, Lincoln, Einstein gibi isimler ve hastalıkları geçiyor arka planda.
Daha yakınlara bakınca hangi isimler geliyor aklınıza? Otizm öyküsüyle barışık bir hayat sürüp hem ülkemiz hem de insanlık için muhteşem işler çıkaran Oytun Erbaş gibi değerleri nereye koyacağız? Ne kadar ileri gideceğiz? Çizgiyi nereye çekeceğiz?
Kendimizi sürüklediğimiz hangi son için kaygılanalım daha çok?
Fascinating post Ozlem!
As you say, the future does hold the potential for the rich to develop high-tech abilities that are beyond the realm of those with lower amounts of wealth. As the TED
talk illuminates, the technological abilities for the future + their impact on our decisions seem almost boundless.
As for reading someone else’s thoughts in the future, that may prove a bit difficult insofar as our thoughts tends to be wedded to language. Since our impressions + emotions form the basis of what becomes words later, the mind-readers of the future may be getting mostly vague impressions for the most part.
Take Care! 🙂
Thank you so much Perry! I am honored.
Thanks for summarizing the issue in a very stunning way (and so helping me with the translation as well), and sharing your valuable ideas with us. I appreciate it so much.
And apologies.. I think I’m not so very organised. I cannot reply back asap. I cannot write posts as much as I want, either. You do not write very often either though, do you? I wish you did since I do enjoy reading them..
Take care 🙂
Özlem Hanım çok güzel bir konu ele aldığınız. Görünen o ki büyük sermaye bu olaya el atar, kârımı ve kazancımı daha iyi daha çok nasıl arttırırdım diye müdahale eder, satın aldığı rejimler ve medya aracılığıyla neye isterse ona inanmamızı sağlar, hatta üstüne üstlük güzel filmlerini de çeker bize izlettirir, belki de övdürürlerdi. İnsanlık ilerliyor, teknoloji de, değerler de, haber almak ve düşünme, yorumlama biçimlerimiz de değişiyor. Genleri olmayan ruhumuz özgür ve eleştirel olmayı becerip başarabildiği sürece ben şahsen korkulacak bir şey olmadığına inanıyorum. Ayrıca kanaatimce sanatın da genleri yok. Selamlar.
Ve bu konuda en üzücü olanı da şu sanırım: Şu an dünyadaki mevcut fırsat eşitsizliklerini nasıl -normal- kabul edip hoş görüyorsak, o zaman da olup biteni yadırgamayacağımız, bu şekildeki bir hayatı zaten doğru kabul edeceğimiz, olması gerekenin yaşanmasına son derece gönüllü olarak iştirak edip destek olacağımız öngörülüyor. Gayet olası sanki 🙂
Çok teşekkür ederim Süleyman Bey. Sizden, iyi organize olabilmek dahil öğrenmemiz gereken çok şey var. Bloglara (ve sosyal medyaya) düzenli girmeyi başaramadığım için bazen ara çok açılıyor. O yüzden geç yanıtımın kusuruna bakmayın ne olur…
Ayrıca, yeni kitaplarım elime ulaştı ve sizin kitabınızı da büyük bir zevkle, seve koklaya yerleştirdim okuma sırama. Heyecanımı paylaşmak istedim.
Özlem Hanım ustanın biri zamanında tam da böylesi anlar için belki “insan tükenmez” demişti. Umut da, sanat da bence tükenmez. Kitap için artık eleştirinizi beklerim. Dostlukla.
Dostlukla.
Bizi bekleyen şeylere zaten yavaş yavaş tv – medya- sinema vs ile alıştırıyorlar olayları olağanlaştırıyorlar. Yani şimdiden kaygılanmaya gerek yok bence de. Anı yaşayın diye boşuna demiyorlar. Okumuşsunuzdur şimdiki hayatımızı kendimizin seçtiğini yaşadıklarımızın da illüzyon olduğunu. Konu fazlaca karışık değil mi?ama korkutucu olmasın 😊 güzel bir konuydu işlemişsin teşekkürler keyifle okudum.Denk geldiğim bir tv de Sıra dışı diye bir programda Ertan Özyiğit bu konuları işliyordu, İllüminatiler falan of ruhumu daraltmıştı.🤷♀️ sevgiyle kal.❤️
Teşekkür ederim Alev Hanım 🙂
Yazmayı neden bıraktınız,mükemmel…
Çok teşekkür ederim. Takip ettiğinizi ve yazdıklarımı beğendiğinizi fark edememişim, özür dilerim. Ama iyi ki yazdınız. Yorumunuzla beni aşırı mutlu ettiniz. Motivasyon oldu.
Yazmayı bırakmadım aslında. Ben istesem de o beni bırakmıyor zaten. Sadece, hayatım uzunca bir süredir biraz isteğim dışında yol alıyor ve ben de o nasıl isterse öyle yaşamak zorunda kalıyorum. Zaman sıkıntımı da, planlayıp planlayıp rafa kaldırdıklarımı da ruhumdaki sinir bozucu karanlığı da kendisine borçluyum, ama bekleşiyoruz işte..
Kendi enerjime dönmeye çalışıyorum epeydir. Bana destek oldunuz. Tekrar teşekkür ederim.
Size öğretecek pek bir şeyim yok fakat ölümün olduğu yerde de daha ciddi bir şey yok.Bu Dünya’da da ölüm var ise geri kalanının bomboş bir kağıt parçası olduğunu lütfen unutma,saygılarımla…
Estağfurullah, hepimizin birbirimize öğretebileceği çok şey var. Teşekkür ederim.