‘Güleriz ağlanacak halimize’ lafını bu kadar sevdiğimizden mi yoksa ağlanacak hal bolluğu yüzünden gülecek malzeme aradığımızdan mı bilinmez, ülkemin acınası eğitim düzeyiyle dalga geçen -komik- videolar çoğaldı.
“Japonya nerededir” deyip halka mikrofon tutuyorlar. Orta Doğu’ya yerleştirenler mi ararsınız, Afrika’ya tıkıştıranlar mı. “Kıbrıs nerede” diye soruluyor, bir beyefendi “Kardak’ta” diyor. Rum kesimiyle yaşanan sıkıntılar daha akılda kalıcı olduğundan olsa gerek, vatandaşımız Kıbrıs’ı Yunanistan’a yakın koymaya çalışıyor. Ege’de ve hatta Karadeniz’de diyen var, ki bunu diyenlerden biri askerliğini bile adada yapmış. En ağlatıcı yanıt ise Kıbrıs askeri bir başka beyden geliyor: “Sicilya tarafında. Kıbrıs o bölgede. Karadeniz’de… Avrupa… bayağı gidiyor. Türkiyemizin en gözde yeri. Hem orada kendim de askerlik yaptım.”
İlk Cumhurbaşkanımızın kim olduğunu bilemeyen, TBMM’nin neyin kısaltması olduğu hakkında bir fikri olmayan insanlarımız geçiyor bir bir ekrandan. Baykal’ı, Bahçeli’yi tanımayan ama şarkıcıların evlendiği kişilerin adını ezbere bilen, ülkemin yer aldığı enlem ve boylamları ezbere söyleyip de hangi yarım kürede bulunduğumuzu kestiremeyen insanlarımız… “Parayı Napolyon buldu” diyenler… Dinozorların korumaya alınması kararı hakkındaki düşüncelerini büyük bir özgüvenle paylaşanlar…
“Mısır piramitleri Türkiye’den kaçırılmış. Ne düşünüyorsunuz?” diye soruyorlar, değerli yurttaşlarımız kaçıranları esefle kınıyor, cezalandırılmalarını istiyor. Aldatılmaya tahammülümüz yok artık nitekim.
Verilen tümceyi ögelerine ayırması istenen gençler “öge ne ya?” şeklinde tepki veriyor. “Ali özne midir yüklem mi” diye soran muhabire “Ali Özlemdir” yanıtı veriliyor. Derken bölgelerimiz sayılıyor: “İç Anadolu, Dış Anadolu, …”
Tabii ki bizler gülelim diye özellikle yanlış cevapları bir araya getirerek oluşturuyorlar bu videoları. Ama bunu bilmek durumun çok da içler acısı olmadığını düşünmeye yetmiyor bir türlü.
Çanakkale zaferinin yüzüncü yıl dönümü için hazırlanan Genç Bakış programında Abbas Güçlü, İlber Ortaylı ve gençler ‘Çanakkale’nin unutturulmaya çalışılması’ ve hatta ‘Atatürk’ün bu savaşta hiç yer almadığı’ savı üzerine konuşuyorlar. Tabii ki konu yine eğitim denen yürek yaramıza geliyor ve bir sokak röportajı giriyor devreye. Soruyorlar hanım kızımıza: “Çanakkale nerededir?” Yirmili yaşlarındaki genç bayan oldukça emin: “Marmara bölgesinde. Anıtkabir’i ziyarete gittim Çanakkale’ye.”
İstanbul sokaklarında dolaşan başka hanımlara, beylere yöneltiliyor aynı soru: “Çanakkale nerede?”
“Çanakkale Ankara’da.”
“Çanakkale’yi bilmiyorum. Hiç gitmedim ki.”
“Marmara’yı geçiyon. O tarafta işte.” (eliyle gösteriyor)
“Çanakkale Çanakkale’de.” (şakacı gençler)
“Ege’de.”
Aldığı yanıtlar yetmiyor olacak ki tarihini de soruyor beyefendi. Tahmin edeceğiniz üzere hatırlayamayanlar ya da birkaç yılla yanılanlar çoğunlukta. Ancak 1975 ya da 1980 gibi yanıtlar verenler de var ki bunlar yetişkin, yani zaman kavramını çoktan yerleştirmiş olması beklenen kişiler.
Röportajların ardından Ortaylı’ya danışılıyor bu durum: “Çanakkale’yi öğretmeyip de neyi öğretiyoruz?” Son yıllarda moda olanın aksine öğretmenleri suçlamıyor profesörümüz. Cahillere kızma beklentisini de yerle bir ederek bir itirafta bulunuyor: “Tarih kitaplarını ben hiçbir zaman baştan sona okumadım. Sıkıcı metinler.”
Bu itiraf bana kendi gençliğimi anımsatıyor ister istemez. Ezberim olmadığı için bütün savaşları resmederek aklıma kazımaya çalışırdım. Çöp adamlarım Çanakkale’de Anzaklarla çarpışırdı da alemin Avustralyalısının ve hatta Kanadalısının oralarda ne işi olduğunu düşünemezdim. Yıllar sonra Commonwealth ile tanıştığımda da Çanakkale’ye dair ezberlediklerimi çoktan unutmuştum. Yolda durdurup sorsanız tarihini hiç hatırlamazdım.
Bilmediğimiz ülkelerin savaşlarını sayardık robotik bir ifadeyle. Sorsanız hepsi için “Afrika’da” diyebilirdik.
‘İttifak’ ve ‘İtilaf’ı grup ismi sanırdık. Panislavizmi ezberlerdik slavın ne menem bir şey olduğunu çözemeden.
Sürekli sıcak denizlere inmek isteyen Ruslar vardı da biz sıcak denie inmek istemenin ne demek olduğunu anlamazdık.
Veliahdın ne olduğunu bilmiyorduk ama bir Sırp tarafından öldürülünce start almış yarışçılar gibi savaşmaya başlayan devletler yüzünden Sırplardan nefret ettik yıllarca. Allah’tan Sırp kızlarını keşfettik de veliahdı unuttuk.
Yararlı cemiyetlerin birleştirilmesi neyi ifade ediyor? Müdafaa-i Hukuk ne demek? Misak-ı Milli ne?
Buyurunuz ezberlenen cümlelerden biri: “Sivas Kongresi, toplanış bakımından ulusal bir kongredir.” Yani?
İlk kez duyduğu kelimelerle boğuşan beceriksiz beynimize yüzlerce yıllık tarihimizin inşa edildiği kocaman kavramları belletmeyi başaramadık.
Jön Türkleri yakışıklı ve popüler beyler sandık. Amerikan mandası altına girmeyi gülüç bulduk.
Dokunmanın yasak olduğu haritalardan ne kadar keşfedebildiysek dünyayı, o kadarını anladık.
“Çanakkale’de Atatürk yoktu” diyen bir güruhla tanıştık bu günlerde. Oysa ölmüş Atamıza olan sevdamızla, onu ölümden kurtaran saate şükrederdik o günlerde. Sonuçta o saat o cepte olmasa tüm dünya tarihinin nasıl değişmiş olacağını bugün anlamadığımız gibi o gün de anlamadık. Oysa ki çok net açıklıyor Sayın Ortaylı: “O zaman anca seyahat kitaplarından okurduk Konstantinopolis’i.”
Peki Anzakların torunlarının her yıl gelip anma günü düzenlediği Çanakkale’ye Türklerin gösterdiği ilginin azalmasını neye bağlıyor? İyi kitap olmamasına ve görsel materyal eksikliğine. Yani bir Puşkinimiz, bir Goethemiz olmamasına. Yazarlarımızın, filmcilerimizin çok zayıf olmasına. İki kitap okuyarak bir kitap yazan insanların ülkesinde tarih anlatan metinlerin gençlerin yüreğine ulaşamamasına. Okula gelen çocuğun hocasına soru soracak alt yapısı olmamasına. Müzelerin etkin biçimde kullanılmamasına.
Çocukluğundaki öğretmenlerini suçlama kolaycılığına sığınıp yıllarca bilgisine bilgi katma zahmetine girişmemiş bireyler gibi sığ yaklaşmıyor soruna. “Milletlere tarih sevdiren tiyatro ve romandır” diyor.
Oysa 17 bin TEOG birincisi çıkaran ülkemde Osmanlı’nın taarruz cepheleri Kafkasya ve Kanal’ı çocuklar aklında tutabilsin diye ‘KaKa’ gibi kısaltmalar uydurup “zaten orada kaka şeyler olmuş” diyen bir tarih bilincini daha uzun yıllar tercih edecek gibi görünüyoruz.
**************************************************************
Kaynak Videolar:
Abbas Güçlü ile Genç Bakış, 18.03.2015 (Kanal D)
Osman Terkan Soruyor (Star TV-Uğur Dündar); Türkiye Konuşuyor (Haber Türk-Pakize Suda); Sarı Mikrofon sokak röportajları
Gerçekten içler acısı bir eğitim sisteminin bir parçasıyız. Farkındayız ama düzeltmek için yetersiz kaldığımiz bir düzen içerisindeyiz. Sanki birileri bilerek daha da kötüleştiriyormuş gibi. Kimseyi eğitmeyecek bir eğitim sistemi düzenleme yarışması olsaydı bizimki açık ara birinci olurdu.
Sevgili Özlem hocam gercekten de çok içten ve güzel yazmıssın. Kalemine sağlık
Hem de nasıl bir yetersizlik hissi! Nasıl acıtıyor…
Eskiden yabancı çalışma arkadaşlarım işi yeterince sahiplenmediğinde ve Türk meslektaşlarımız da bundan dolayı kazan kaldırdığında, durumun bir yere kadar anlaşılabilir olduğunu izah etmeye çalışırdım. Bu çocuklar bizim geleceğimiz, biz sadece mesai doldurup paramızı alıp gezmek olarak görmüyoruz durumu, ülkemizin geleceğini ellerimizle şekillendirdiğimizin bilincinde olduğumuz için titizleniyor, yüreğimizi ortaya koyuyor, olmayınca üzülüyor, düzeltemeyince asabileşiyoruz derdim. Şimdi neredeyse tersini söyleyeceğim. (Antik kentlerimize ve doğamıza daha fazla sahip çıkan yabancı kökenli yurttaşlarımızı da düşünerek.)
Yorumunuz için çok teşekkür ederim Oğuz Hocam. Dertlerimiz bir olunca kalemlerimizden dökülen göz yaşları da daha derinden vuruyor okuyanı.
Sizin paylaşmış olduğunuz röportajların hemen hepsini izledim.Evet gülüyorum ama kahroluyorum.Evet kahkaha atıyorum ama “vay he ne haldeyiz” diyorum. “Gülermisin ağlarmısın” bana aynı isimle yeşilçamda çekilen ,zeki ve metinin oynadığı filmi hatırlattı. Evsiz kalan ustalarına yeni bi ev yapana kadar parklarda barınmaya çalışırken,antik bi yerde konaklarlar.Oranın belediye reisi o anda oraya gelie ve “Aman efendim olmaz burda kalamazsınız.Burası iskenderin evi..” Zekinin tepkisi ise çok manidar.” -Biz geldigimizde kimse yoktu ki 🙂 :).Cünkü iskender 2000 sene evvel ölmüştü :))
Evet belki iskenderin evinin veya iskenderin kim oldugunu bilmesini bekleyemezsiniz insanlardan ama ülkensinin tarihini ve cografyasini bilmesini beklemelisiniz.Bunun kadar elzem baska bisey olamaz bence. Güzel bi konuya güzel örneklendirmeler vermissiniz.Kaleminize sağlık.
Bob Marley şarkılarından birinde geçen şu sözü çok sever ve sık kullanırım: “Tarihini bilirsen nereden geldiğini bilirsin. Böylece ‘kim olduğumu sanıyorum ben’ diye bana sorman gerekmez.” Günümüzde içinde bulunduğumuz durum hakkında öyle çok ipucu veriyor ki… Yurt dışına gittiğimde örneğin, Osmanlı’ya dair herhangi bir bilgiyi oranın vatandaşından öğrendiğimde çok utanıyorum.
Günümüzde maalesef yetersiz bilgisine rağmen her konu hakkında yüksek sesle konuşarak daimi üstünlük kurmaya çalışan çok fazla birey var. Olmayan altyapıya rağmen en sağlam binaymış gibi reklam yapanlar… Burnumuzu o kadar tepeye kaldırmadan önce biraz aşağı eğip okusak da o burnun gerçekten hangi seviyede durması gerektiğini algılayabilsek keşke. Yani gerçekten kim olduğumuzu (hem tarih hem birey olarak) bilsek de rastgele savurduğumuz agresif savunma tümceleriyle soytarı durumuna düşüp durmasak.
Yorumunuz için teşekkür ederim. Söylediğiniz film bana Orwell’i anımsattı. Sokaklarda rastladığı cehaleti şu örnekle anlatıyor üstat: “Örneğin bir keresinde bana Napoleon’un İsa’dan önce mi sonra mı yaşadığını sormuştu.” Buna da güldüm ben Onur Bey. Belki örnek başka ülkeden olunca daha rahat kahkaha atılıyordur 🙂
Bol esintili ve bol kahkahalı günler dilerim 😉
Eğitim sisteminin kötü olmasını anlarım,her insan her şeyi bilemez onu da anlarım,ama kendini geliştirme yolunu seçmeyen insanı anlayamam,galiba bilgiyi aramak bizi yalnız bıraktı toplumun karşısında.
Ben de hiç anlayamıyorum Oğuz Bey. Hele olanakları olmasına rağmen hiç çabalamayanı asla anlamıyorum. Ülkemizin doğusunda ve Güneydoğu Anadolu’da gerçekleştirilmiş sokak röportajları da vardı izlediklerim arasında. Onların çekilmiş olmasını haddinden fazla çirkin ve aşağılayıcı bulduğum için yazımda değinmedim (videonun nerede çekildiğini anlayabildiğim kadarıyla). İstanbul’da bir üniversite öğrencisi olan ya da henüz lisede okuyup sınavlar için bir sürü bilgiyi geçici hafızaya atmaya mecbur bırakılan gençler asıl üzüldüğüm kısım. Bir de bizler gibi yetişkinler. Yoksa yıllardır savaşın ortasında kalmış ve Türk dilini bile sonradan öğrenmiş, zaten sorulan soruyu zor anlayan yaşlı amcam değil içerlediğim kısım. Çocuğuyla kitabevine ya da müzeye gitmeye vakti olmayıp sosyal medyadan uzaklaşamayan babalar; kütüphanenin yolunu bilmeyen, kitap almaya da parası olmayan ama bütün mağazaların yerlerini ve indirim zamanlarını ezbere bilen genç kız; belgesel veren kanalları bir türlü bulamayıp da güya mecburen kıyafet programlarının müptelası olan gencecik hanımlar; yurt dışına gitmek için para biriktirip de gittiği ülkenin sadece kadınlarıyla ilgilenen delikanlılar; kendine düşeni yerine getirme zahmetine katlanmadan sistemi, öğretmenlerini, doğduğu ailenin imkansızlıklarını, kaderi, fırsat eşitsizliğini suçlamayı yeterli bulanlar…
Ama tümcenin sonunu getiremememden de görüldüğü üzere öyle çoklar ki, sizin de dediğiniz gibi “bilgiyi aramak bizi yalnız bıraktı”.
İyi bir okulda okumanın ya da bir diploma sahibi olmanında cehalete diğer bir adıyla baki kalan eşşekliğe çaresi yok maalesef. En büyük örneğide şu “Kim Milyoner Olmak İster” yarışmasıdır.
Biz toplum olarak ruhen cahiliz…
En büyük suçluyu içimizde aramalıyız değil mi? Kolay geliyor kendi eksikliklerimiz için başkalarını suçlamak. Oysa benim öyle çok ilkokul mezunu dostum var ki bilgisine güvendiğim, fikrine inandığım. Şartlar yüzünden okuyamamış olmalarına rağmen bir kere bile ailelerini ya da dış etkenleri suçladıklarını duymadığım ama sürekli kendilerini geliştirmeye çalışan insanlar.
Bahsettiğiniz yarışma da gerçekten birçok şeyi gözler önüne seriyor. Ama eski donanımlı sunucularıyla. Bilgi yarışmasına yakışır, saygıdeğer Kenan Işık ve Selçuk Yöntem tarafından sunulan bölümlerinde ara ara yarışmacıların kibarca ama etkili bir biçimde uyarılması da çok önemliydi.
Aynen öyle…Cehalet ve kibir…
Histerik bir şekilde duygudan duyguya geçerek okudum yazdıklarını. Videoların bir kısmı gözümün önüne gelir gibi oldu zamanında izlediğim. Kah güldüm kah üzüldüm tabiri caizse. Ve sonra sayın Ege Cansen’in çok güzel bir lafı geldi aklıma: “sistemsel sorunlar sadece sistem değişikliği ile çözülür”…
Bu ülkede herkes herşeyi bilir. Ondan burnumuz b.ktan kurtulmuyor. Cahil insanın bu ülkeyi ayakta tutacağını iddia edip, eğitimli kesimden korkuyoruz diye açıklamalar yapan insanlar önemli mevkileri işgal ettikçe de bu devran böyle gider.
Ha tabi onlar o koltukları işgal etmeden önce o koltuklarda oturanlar müfredatta Atatürk’ün karga kovalama anıları, yok efendim birdirbir oynayan çocuklara kimsenin önünde eğilmem deyip katılmadığı gibi hurafeleri anlatacaklarına, yahut bilmem kaçıncı Ferdinand’ın savaşta bıçakla yaralanıp yürüyerek Osmanlı’ya sığındığını filan anlatacaklarına, ezbere yönelik eğitim sistemini yıkıp; sorgulayan ve mantığa dönük bir eğitim sunsalardı belki de toplum daha başka şekilde gelişirdi.
Yine çok güzel mantıklar kurup ustaca ilişkilendirmişsin her şeyleri benim zeki blog arkadaşım. Özellikle de şu karga meselesiyle bitirdin beni. Akli baliğ olduğumda ben de pek merak etmiştim neden bu karga kovalama işi gündemimizi o kadar meşgul etmiş acaba diye. Belletilmesi gereken onca önemli kavram varken. Yine de şimdikinden iyiydi diyeceğim gerçi ben. Sistemsel sorunları sistem değişikliği ile çözmek için uğraşırlarken eldeki sistemi değiştire değiştire annesini ağlattılar nitekim (Ege Bey’in bunu kastettiğini sanmıyorum tabii). Yeni plana göre gençlerin sosyal yönden aktif oluşu da bir puan sistemine tabi tutulacakmış. Sosyal, kültürel, sanatsal, bilimsel etkinliğe katılan öğrencilere TEOG’da ek puan verilecekmiş (http://www.ntv.com.tr/egitim/teogda-sosyal-etkinlige-ek-puan,thfs-VZCSU6TQZYyD3aGeg). Seyredelim bakalım neler olacak 🙂
Yanıtımda geciktiğim için kusura bakmayasın. “Yorumunuz için tesekkürleeer” yazıp geçmeyi sevmediğimden bazen zamanlama sıkıntısı oluyor.
Eski tip sineklikler vardır, bilirsin. Kara sineklere özellikle etkilidir. Teniste dünya çapında başarılara imza atamamıza şaşırıyorum o sineklikle büyüyen bir nesil olarak. Ve bende hala vardır. Sotede tutarım ofisimde.
İşte “Yorumunuz için tesekkürleeer” yazıp geçenlere böyle o sineklikle dalasım geliyor!
Hayır yani beğen tuşu ne anlama geliyor sanıyorlar çok merak ediyorum…
Rahmetli Barış Manço’nun çok güzel bir şarkısı vardı. “Laykla beni katla beni al koynuna yar”. Tam olarak sözlerini şu an hatırlayamıyorum. Dünden kalmayım ve sanırım dünde o kadar kaldım ki beynimi de orada unuttum. Nedendir bilinmez o şarkıyı tüm “Yorumunuz için tesekkürleeer” yazıp geçiştirenlere armağan ediyorum.
Ve sana da ayrıca bu konuyu gündeme getirdiğin için büyük teşekkürlerimi sunuyorum.
Eğitim sistemine gelince… Burada uzun uzun kalabalık yapmak yerine “Gereksiz Geyikler Serisi” içerinde bir kalabalık yapmayı tercih ederek, birkaç saat sonra orada buluşalım diyorum.
Saygı, sevgi ve esenlikler diliyorum…
Hahahaha çok güzel! Birkaç saat sonra geyiklerle buluşmak isterdim ama yarın “dünden kalmayım” diyebilmek üzere Kaleici’ne doğru yola cikmaktayim. Yorumlara sadece teşekkürleeeer diyebilecek kadar sığ olmayan bir dostla muhabbetin dibine vurmaya açılıyorum. Iki öğretmen olarak eğitim dışında konulardan konuşmayı başarmayı istiyorum. Belki sineklikleri gündeme getiririm. Görüşürüz 🙂
Çocuklar için daha iyi bir ülke bırakmak safsatasından kurtulmak istiyorum. Dünya giderek sınırların sanallaştıgi bir geleceğe giderken, ciddi bir eliminasyon sürecine de kapı aralanıyor sanki. Belki sadece merak duygusunu korumaya çalışsak yetecek. Olaya çocuklar açısından baktığım için belki de benim böyle hissetmem, bilmiyorum. Onlara baktıkça biz yetişkinlerin fazla kibirli olduğumuzu düşünür oldum 😂
Öte yandan sistem bilinçli olarak bu şekle sokuldu diye düşünüyorum. Sadece bizim ülkede değil, tüm coğrafyalarda, o coğrafyanın gerektirdiği şekilde. Afrika’si da, Güney Amerika’si da, Asya’si da ve hatta Avrupa ve Amerika da… Gereklilik buydu ve oldu. O halde bugüne değil, geniş ve farklı açılardan tarihe ve coğrafyaya da bir bakmak gerek. Bu da işte o okullarda, o kitaplarla olamıyor. Okuyacaksın kardeşim, tartışacak, soracak, yazacak, dinleyeceksin. Her insanın geçmişe, geleceğe ve doğaya dair bir lafı var. Kulağını o hikayelere açacaksın. Sistemi düzeltemeyiz biz buradaki üç beş insan belki, ama elimizden geleni yapabiliriz. Dokunabildigimiz her doğa parçası ve her canlı için…
Yani demem o ki, bence de suçlu aramayı bırakmalı, enseyi karartmamali, kolları sıvamalı aydınlık ruhlu, ince düşünceli arkadaşım 😊
Valla ne desen haklısın… yerden göğe kadar…
Tabii ki sistemde birçok suçlu öge var da biz de aynı sistemlerden geliyoruz ve de halen geçiyoruz, biz de fırsat eşitsizliğiyle pek çok kereler yüz yüze geldik, ama işte bak yine de dört elle sarılıp, gözümüzü de dört açıp kendimizi geliştirmeye çalışıyoruz. Hatta yaşım ilerledikçe daha çabuk çabuk öğrenmeye çalışıyorum ben 🙂 Defalarca okul değiştirmiş, sınıf değiştirmiş, şehir değiştirmiş, ev ve yaşam tarzı değiştirmiş, Kıbrıs matematiği gibi enteresan şeyleri doğru kabul edip ülkeye dönünce acı çekmiş, ikide bir sınıf arkadaşlarının çok gerisinde seneye başlamış, vs vs bir çocuk olarak bile elimden geleni yaptım ve okul hayatım boyunca sadece bir kere Coğrafyam 2 geldi. Çünkü ezberleyemiyordum hiçbir şeyi ve eğitim hayatıma Kıbrıs sosyali ile başlamıştım 🙂 Ve bugün coğrafyayı da tarihi de çok seviyorsam bunun sebebi üniversitedeki yabancı hocalarımın edebiyatla dünya tarihi arasında kurdukları paralelliklere hayran kalmamdır. Ama yine de “lanet olsun, keşke daha önce böyle hocalarım olsaydı” diyerek suçluyu gösterip kenara çekilme lüksünü tercih etmedim.
Teşekkür ederim Ayşen, duyarlı arkadaşım…
Yazı ve yorumları tek tek okudum ve bir kez daha nalet olsun ne güzel insanlarla birlikte yazıyorum dedim bildiğin eğitim programı gibi olmuş burası hepinizi tek tek alkışlıyorum dostlar
Hep de güldürmek zorunda misin dostum? Gece gece balkon gülüşmesi yaptım 🙂 Fark ettim her santimi okuduğunu, sağolasın. Canlı yayına baglansaydin keşke 😀
Özlemim o kadar yoğunum ki anlatamam.Ama en büyük keyfim haftada bir iki kerede olsa buraya kaçıp keyfime bakmak takip edebildigimce gülmek drvrimci bir eylem olduğuna göre bollll bollll gülelim en gergin olduğum dakikada bile ben de aklıma en güldüğüm şeyleri getirip günümü bitirmeye çalışıyorum
Aramizda kalsin ben zaten sosyalciyim 😂😂matematiği hic sevmedim şşş aramızda ama
Tamaaaam 🙂
Matematik diye ders mi olur zaten :p